Hayatta Kalma Rehberi:6- YAŞANABİLECEK EN KÖTÜ DÖNEM
İnsanın başına çok kötü bir olay gelsin veya gelmesin zor bir dönem içinde zor şartlar altında olduğunu düşünür. Gençlerin büyük bir bölümü hayatının film olabileceğini düşüyor. Gerçekten böyle mi?
Geçen hafta podcast keşfetme zamanlarımda -genelde bu işe geliş gidiş zamanı oluyor- adın hatırlamadığım bir podcastte dinleyici “içinde bulunduğumuz zamanın çok kötü olması sebebiyle ne yapacağını bilemediğinden, bundan çok bunaldığından” bahsediyordu. Bu duygu bu zamanda yaşayan hepimizin az ya da çok içinde bulunduğu ve üstesinden çok zor gelinen bir duygu. Ancak bu durum gerçekten de böyle mi? Yaşanabilecek en kötü dönemde mi yaşıyoruz. Gelin biraz irdeleyelim.
E-posta adresinizi loşu bölmeye yazarsanız her hafta bu gibi konuları paylaştığımda doğrudan postanıza düşer.
Algı, Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre “Bir şeye dikkati yönelterek o şeyin bilincine varma; idrak” anlamına gelmekte; idrak ise “Bir zamana veya olaya erişme” anlamına gelmektedir. İdrak aynı zamanda Arapça “drk” kökeninden gelen bir kelime. Nişanyan sözlükte ise “drk” yani “dark veya darak” Arapça “ulaşım, varma, bir şeyin dip noktası” anlamına gelmektedir. Sözcük Aramice/Süryanice ve İbranice derek “yol” sözcüğü ile eş kökenlidir. Yani kelime kökeninden Türkçemize geçen hali ile algıyı; bir zaman veya olaya giden yol, bilincine varma anlamında kullanabiliriz.
Peki, Bizim algımızı bu zamanda ne oluşturuyor? 21.yüzyılda zamanı ve olayları hangi yollarla anlayıp, bilincine varabiliyoruz. Bizi bir olaya ve zamana ne bağlıyor? Bu soruların cevapları çoğunluğumuz için internetin yaygınlaşmasından önce ve sonra farklılık arz ediyor. Nitekim her şeyden haberdar olma arzumuzu yenemiyoruz. geçmişte ise haberdar olma yollarımız televizyon, ondan önce gazete daha da önceleri ise ulaklar, göçebeler ve seyyahlardan ibaretti. Peki dünyada yaşanan her şeyden bu hızda haberdar olmamız gerekiyor mu? Algımızı bu hızda yönlendirmemiz şart mı?
Öncelikle genel anlamda ne hissettiğimizi yani bizi daraltan, içinden çıkılmaz hissettiren şeyin ne olduğunu, sorunu tam olarak tespit etmemiz gerekiyor. Sorunu tespit etmek için elbette bu şekilde hisseden her bir kişiye ayrı ayrı sormak yerine anketlerden çıkarım yapmak gerek.
TÜİK’in (TÜİK’i görür görmez ya kardeşim TÜİK de ne biz ölüp biterken bu kurum güllük gülistanlık araştırmalar yayınlıyordu demeden önce bir okuyalım aşağıda farklı firmalara ilişkin de anketler var) Yaşam Memnuniyeti Araştırması, 2023 araştırmasına göre Türkiye’nin %52si mutlu. Araştırmanın alt kırılımlarına göre erkekler, bekarlar, gençler en mutsuz olanlar. Yukarda podcastte muhtemelen yazan kişi de genç bir erkekti.
Peki bizi mutsuz eden nedir? Bunun cevabı çok açıl bir şekilde “Ekonomi!”. İlk 5 sorundan 4’ü ekonomik sebepler. Adalet ve hukuk sistemi ve eğitim de yine ekonomik sebeplerle doğrudan bağlantılı diyebiliriz. Hal böyle olunca herkesin sorun en başta ekonomi oluyor.
Hal böyle olunca bizi içinden çıkılmaz ve hiçbir şeyin değişmeyeceği hissi ile yoğuran düşünceler genç erkeklerde yoğunlaşıyor. Bu açıdan bakıldığında doğrudan gençler üzerinde yapılan bir araştırmayı incelemekte fayda var. Süleyman Demirel Üniversitesi Gençlik Araştırmaları Koordinatörlüğü (Yine bu veriye de burun kıvıran olacaktır) 2023 yılı Gençlik Başarı Anlam Mutluluk araştırması 186 üniversiteden 3385 kişi ile yapılan anketleri ve çıkarımları raporlanmışlardır. Raporun girişinden bir alıntıda “Harvard Üniversitesi'nden bir rapora göre, genç yetişkinlerin yüzde 58'i, önceki ay boyunca hayatlarında çok az veya hiç amaç veya anlam hissetmediklerini belirtmişler. Bu durum, cinsiyet, ırk veya gelir düzeyinden bağımsız olarak gözlenmiş. Araştırma, anlam ve amaç eksikliğinin, genç yetişkinlerde anksiyete ve depresyon gibi zihinsel sağlık sorunlarıyla ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Illinois Üniversitesi Urbana- Champaign'den yapılan bir araştırma ise, 14-19 yaş arası gençlerin amaç duygusunun günlük duygusal refahları üzerinde önemli bir etkisi olduğunu bulmuştur”
Bakalım bizdeki gençlerde durum nasıl?
Katılımcı gençlerin ailelerinin toplam geliri 15000 TL aldında ( Araştırma 2023 ağustos ayı itibariyle yapılıyor. Yani asgari ücret 10.800 TL)
Yeni nesil kendisini sosyal, özgürlükçü, aktif ve sorgulayıcı olarak ifade ediyor. Umutsuz, karamsar, memnuniyetsiz, sabırsız, bireyselci, muhalif hissedenlerin oranı %10un altında.
Mutsuz olanların büyük bölümü (%88) Eğlenememekten, yapmak istediği şeyleri yapamamaktan, yaptığı şeylerden keyif alamamaktan, yalnız olmaktan sevilmemekten dolayı mutsuz olduğunu söylüyor.
Mutsuz olan gençlerin hayat başarısı tanımı (%100) Yüksek Gelir Seviyesi, Tanınan Biri Olmak, Kendini-Hayalini Ger.ekleştirmek. Yine mutsuz olan gençlerin bir numaradaki hayatın anlam kaynağı : Daha Fazla Para Kazanmak şeklinde.
Coğrafyanın kaderselliği bir şekilde hayatımızı kendi kendimize rencide edebilir. Arabesk duyguların insanın eğitimi ve sosyal çevresi dışında kendi kendine bir cezbediciliği de var. Yakınma sanatı dediğim bu şey mazoşizm. Psikiyatrinin güncel kutsal kitabı DSM 5’te bu kişilik bozukluğu cinsel anlamda anlatılsa da benim burada duygusal mazoşizmden bahsettiğim açık.
İnsanların yaşadığı dönemin ekonomik sıkıntılarından bahsederek içinde bulunmuş olduğu bu tükenmişlik sendromundan kaynaklı dertlenmeleri ve bunun hakkın süreki konuşmaları aslında yaşanan bu acı durumdan aldıkları hazzı da içten içe yansıtmakta. Yani içinde bulunan kötü durumun vahimliği artık bizatihi onun dertlenmesinden geri planda duruyor. Ancak bu Stockholm sendromu gibi bir durum değil. Zira insanlar yaşanan en kötü dönemde kendilerine bunu yaşatanlara hak vermiyor. Onları bunu değiştirmemekle suçluyor.
Bir pandemi yaşadık vay efendim bu da bize denk geldi. Avrupa'da milyonlarca insanın ölümüne (dünya nüfusunun 1/4’ü. Şu an 2 Milyar İnsanın ölmesi demek) neden olan bu salgın, sosyal ve ekonomik yapıyı derinden etkiledi.
Sorunu az çok tespit edebildiğimizi düşünüyorum. Ekonomik nedenler ve bu nedenlere bağlı sorunlar. Bu sorun elbette kişisel. Ancak bunun yanında bir de insanların dünya üzerinde yaşanan kötülükleri, ülke genelindeki kadın cinayetleri, hayvan katliamı, adil kararlar verilmemesi sokaklarda her gün bir insan ölmesi bunun neredeyse canlı yayınlanması vb gibi bir çok durumun yaşanılan en kötü dönemde yaşadığımızı düşünmemize yol açıyor. Gerçekten de bu dönem bambaşka ve diğer dönemlerden farklı mı? Evet farklı. Ancak gelin bunu açalım.
Kısa bir öykü:
“1800’lerin sonunda doğduğunuzu düşünün. Sıradan orta anadoluda yaşayan bir çiftçi ailenin çocuğu olarak büyüdünüz. Öyle tanınmış saray ailesinden veya 20. yüzyıla damga vuran o karakterelerden de değilsiniz. Doğrudan dümdüz insan. Yine Türkiye’de olduğunuzu düşünelim. Hayatınız nasıl olurdu? Gününüz nasıl geçerdi? Olağan bir gününüzü hayal edelim. Sabah 5 gibi uyanırdınız. Öyle ya kış aylarındaysanız soba yakılacak yaz aylarındaysanız yabana gidilecek. Baktınız su yok. Suyu almaya çeşmeye ne kadar km yürüdüğünüzü bilmeden gidip suyunuzu doldurup döneceksiniz. Tuvaletinizi yapmak için bile bunu kullanacaksınız Geceden sivrisinekler yemiş sizi zaten hep sizi bulurlar. Ardından sabahın ilk ışıkları ile birlikte eğer köyün zenginlerindenseniz eşeğinizle yoksa yürüyerek ayağınızdaki tahta ve bezden yapılmış çarık ile taşlı yollardan tarlaya gideceksiniz. saat sabah 7 oldu bile. Orada azığınızı açıp yedikten sonra öğleye kadar çalışıp şanslıysanız öğle sıcağında bir ağaç altı yoksa bezden bir çadırın altında sıcağın geçişini bekleyip ardından öğleden sonra da gün batmaya yakın tarladan ayrılmak zorundasınız. Güneşin batışını bekleyemezsiniz zira güneş batarsa sizi hızla köye götürecek ışık vb hiçbir alet yok. Bu sırada eve döndüğünüzde elleriniz ve ayaklarınız acımaktan nasırlanmış haldeyken ateşle ocak yakmak ve şanslıysanız böceklenmemiş veya kurtlanmamış temiz besinleri yemek olarak yapmak zorundasınız. Havanın karardığını ve bulaşıkları çamurla yıkayacağınızı unutmayın. Hava karardığı için çeşmeye gidemiyorsunuz, hayvanlarınız varsa onları temizlemek ve sağmak içinse şanslıysanız gaz lambanız var. Sağlan sütü de karanlıkta kaynatıp yarına ekşimemesi için ve bir iki günde bitirmek için yoğurt veya peynir yapmak zorundasınız. Şansılıysanız bakteri bulaşmaz. Yıkanmak aklınıza gelmiyor çünkü bu yoğunlukta su kaynatıp tekrar karanlıkta duş almak imkansız. Haftada bir gün sabahları yapmak zorundasınız. Avucunuzdaki nasır ve ayağınızdaki ağrı ile yarın yapılacak işi düşünemeden uyukalıyorsunuz ki 6 saat uyuyabilesiniz.”
Bu insan için hayatın nasıl gittiğini sorarsanız çevresinde eşeği olan veya evde bir yardımcısı olan biri için “dünyada cenneti yaşıyor” biz de ölmedik geçiniyoruz ancak keşke başka zamanda dünyaya gelseydim diyecektir. Zira açta ve açıkta olmamak geçmişten gelen en önemli kriter. Bu insan 100 yıl önce yaşayan olağan ve sıradan bir kişi. Nitekim rahat olanlardan.
“Yine bir gün işe gelip giderken bir anda inzibatlar köye geldi ve tüm erkeklerin toplanmasını ve o bölgeden geçecek askeri birliğe katılmalarını, emre uymayanların öldürüleceğini emretti. Hatta duydun ki yan köyden bir kaç kişi idam edilmiş. Mecbur askere alındın ve gidişi dönüşü savaşması 3 yıl süren bir yolculuğa başladın. Savaş bitti geri döndün ardından Cihan Harbi olduğunu duydun ve bu kez yine savaş bölgende olsun veya olmasın askere alındın. Bu sırada köyde kalan eş ve çocuklar. yukarıda anlatan işleri bir kişi eksik halde yapmaya devam ediyorlar. Ayrıca kamu düzeni de bozuk her gece bazı evlere erkeklerin gizli gizli girdiği, tavukların ve koyunların çalındığı çocukların da kaçırıldığı bir ortam. Cihan harbi ve savaşlar yolu ile birlikte git gel 5 yıl sürdü. Sen çok sanlıydın ve 30lu yaşlarının ortalarına kadar hayatta kaldın. Bu şekilde yaşarken toprak sistem değişti. Dünya krizi oldu ve sen tohum, gübre hatta su bile bulamadın. Şanslı olduğun yıllar kurak geçmeyen yıllardı. Bir duydun ki 50 yaşına geldiğinde 2. cihan harbi başlamış ağır vergiler ile elinde avucunda ne varsa verdin. artık savaşamazdın ama evde köyde kamu düzeni bozulmasın diye gece nöbetlerde bekledin. Cihan harbi bitti ve normale döndük derken köyünüze askerler geldi vs. vs”
Nereye varmak istediğimi anlıyorsunuz sanırım. Bu yazıyı okuyan neredeyse %99 geçtiğimiz yüzyılda bu hayatın az çok benzerini yaşayacaktı. Hayatlarında hiç cep telefonu, bildirim yok, Kırşehir’de yaşayan ve hayatta kalmaya çalışan biri hiçbir zaman Gümüşhane’de öldürülen kişilerden haberdar olmuyor. Kendi sıradan hayatlarında savaş darbe ekonomik kriz vb olmasa bile gündelik hayatın meşguliyeti o kadar fazla zamanını alıyor ki bu bildirimler gelse bile bunun hakkında düşünecek ilgilenecek kadar vakitleri bile yok. Buzdolabı, su ısıtıcı, ocak gaz vb hiçbir şey yok. Ondan önceki çağlarda yaşayanlar bunlardan daha da kötü.
Şimdi size halinize şükredin diyecek halim yok. Ancak yukarıda da bahsettiğim gibi bizi aslında bu huzursuzlukla meşgul eden şey algımız. Dünyaya yüklediğimiz anlam. ulaşılacak yol arayış. Bunlar bizi huzursuz ediyor. Yakın çevreme hep aynı örneği veririm. 2. dünya savaşında 50 milyondan fazla insan öldürüldü. Evinde olağan halde yaşarken ölen insanlar büyük çoğunluğu. Sizi bunlardan ayıran tek şey gelecekte doğmuş olmanız. Günümüz nüfusuna oranla bu sayı 200 milyona yakın. İki Türkiye. Bu insanların bırakın umut etmeyi düşünecek zamanı bile yoktu. Siz mi kötü biz zamanda yaşadınız yoksa 19. yüzyılda doğanlar mı? 19. Yüzyılda doğanlar mı kötü bir zamanda yaşadı 18. yüzyılda doğanlar mı? vd.
Gang of New York sıradan insanların gündelik yaşamlarının zorluğunu görmek açısından güzel bir film. Mubi’den seyretmek için fotoğrafa tıklayabilirsiniz.
Kötü bir zaman kötülükten haberdar olmak ve bunu anlamlandırabilecek algıdan ibaret aslında. Biz kötü bir zamanda yaşıyoruz bu bir gerçek. Ancak dünya ne zaman iyi oldu ki? Bizden öncekiler de zamanın kötülüğü ile dertlenip bunun hakkında sürekli depresif konuşup mazoşist bir zevkle dert yansalardı insanlık olarak biraz daha uzun yaşayabilir miydik? Aslında onlar da içinde yaşadığı zamanın en kötü zaman olduğunu düşünüyorlardı ancak bu düşünceleri ile dertlenecek kadar, düşüncelerin onları ele geçirip hiçbir şey yapmak istememe gibi bir duruma sokacak kadar imkanları yoktu. Her sabah erkenden uyanmalılardı ve hayatta kalmak zorundalardı.
Sizi hayata bağlayan bir amacınızın olmadığını da hissedebilirsiniz. “Neden var oldum ki hiç var olmasam hiç bunları hissetmesem” de diyebilirsiniz. Ancak acelenizin olmadığını bugün yaptığınız küçücük bir şeyin aslında olmasını istediğiniz o büyük şeylere ne kadar katkı edeceğini bilmenizi isterim. İnsan olarak doğduk yaşayacağız ve öleceğiz. Bir şekilde hayatta kalmak için yapabildiğimiz şeyin en iyisini yapmamız insanlık için yeterli olacak. Acı ve keder değişmeyecek ancak zamanla azalarak doyum noktasına gelecek. Her zaman azaldı. Sadece “iyi ve sıradan” bir insan olmak dünyayı yaşanabilir kılar.
(zaman nedir? abi zaman üzerinde kontrolümüz olmadığı ve hatta olamayacağı da bir konsepttir benim nezdimde)
Haberdar olmak zorunda değiliz ancak habersiz kalmak zorunda da değiliz. Aslında olay sizin ve yakın çevrenizi değiştirebileceğiniz güçte olduğunuzu fark etmekle alakalı. Tarih okumalarımız ve diğer evrensel haberler bize hep büyük resmin devrimlerle, tebliğlerle çok kolay değiştiğini söylese de durum fakrlı. Marx hiç devrim görmedi, Peygamber Hazretleri zamanında 6 yılda ancak 40 kişi müslüman oldu. Düşünün gece gündüz çalışıyorsunuz size inanan yıllık 7 kişi. Bu insanlar tanınmış ve büyük kişiler. Biz sıradan insanlarız. Değiştiremeyeceğimiz ve üzerinde tahakküm kuramayacağımız olayların da algımızı tamamen ele geçirmesine müsade etmeyelim.